KORKUTELİ HABERLERİ TÜMÜ
USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

SENDİKACILIK

01-11-2022
Sendikalar, yüz yıla yakın bir geçiş döneminin ardından, İngiltere’de 19. yüzyılın başlarından itibaren işçilerin hak ve menfaatlerinin korunması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi için işçilerin bir araya gelerek kurmaya çalıştıkları yani kurdukları örgütler/kuruluşlardır.
İngilizler o dönemde bile monarşi ile yönetildikleri halde bu hakları işçilere vermekte çok zorlanmışlar. Kralın ve çevresinin uzun yıllar itirazı olmuş bu işe. Aristokrat zümre ve kilisenin de büyük itirazları olmuş ama ülkenin dış dünyada yapacağı çalışmalar için de iş gücünü bilebilmek ve kontrol edebilmek maksadıyla kabullenmişler.
Dünyanın her tarafına sıçrayan bu hareket ülkemizde de 1947 yılında “sendikalar kanunu”nun çıkmasıyla kurulmaya başladılar. Sendikalar, uzun yıllar sol eğilimli sendikaların kendi tekellerinde gördüğü “iş, emek, özgürlük” kavramlarını başkalarına bırakmamaya başladılar. 
Sağ hükümetlerin iktidara gelmesi ile sağcı sendikalar da kuruldu ve büyük bir üye sayısına dahi ulaştılar. Bugün memurlar da sendika kurdular. En fazla memur üyeye sahip Memur-Sen sendikası, hükümet ile sözleşme yapmaya yetkili sendikadır.
Edirne/Uzunköprü ve Isparta Sütçüler’de kurucu başkanlığına yaptığım eğitim sendikasında bir araya gelerek gövde gösterisi yapmaktan daha fazla iş yapamadım. “İş”ten maksadım, üyelerinin hak ve menfaatlerini koruma noktasındaki çalışmalar. Ama şurası kesin bir gerçek ki, sendika üyelerinin menfaatlerini koruma ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi gibi klişe bir tanım, Ankara merkezli genel başkanlıklar tarafından yönetilmektedir. Taşra teşkilatları sadece atama ve yer değiştirme işlemlerinde devreye girer. O da genel merkez ve yerel siyasetçilerin kabulleriyle beraber. Aksi takdirde, sendikal ömrünüz yerelin ve genel merkezin dudakları arasındadır. Bu ince çizgiyi başaran ve üye sayılarını da artıran sendikacılar göreve devam ederler.
Sendikacılık zor iştir. Hem üye sayısını artırıcı çalışmalar yapacaksınız, hem de üyeler tarafından yapılması istenen istekleri yapacaksınız. Çalışma alanlarınız içinde bazı arkadaşlarınızın diğerlerinden şef, müdür yardımcısı, müdür ve amir konumuna gelmesi gerekecektir. Bunu da sendika yönetimi siyasilerden talep edecek ve oraya atamalar yapılacaktır. Sendikal anlamda en çok zorlanılan bu konudur. Bir diğer zorluk da tayin işleridir. Atama işinde bir kişiyi memnun edersiniz ama onlarca kişi sizi üzer, size gücenir. Ataması yapılacak kişi atanırsa ne ala, atanmadığı veya atanamadığı takdirde ihale hep size kalır. Atama isteyen kişinin atama şartlarını taşıyıp taşımadığı, atama istenilen konuma onlarca kişinin müracaat ettiği, siyasilerin ve bürokrasinin atama pozisyonu için beklentileri sizi içinden çıkılmaz problemlere sürükler. Referans olduğunuz kişi bürokrasi ve siyaset düzleminde karşılık bulmazsa, bu sefer de sizin pozisyonunuz sorgulanmaya başlar. Referansınız hakkında dik durup ısrarcı bir durumda olursunuz bulunduğunuz mevkiden de olursunuz. İdarecilik tam da buralarda gerekir. Herkesi memnun edemezsiniz ama herkese uygun bir aday hazırlama gayretinde olmalısınız. Sizi göreve getirenlere karşı hep “uygundur efendim” tavrında olursanız da, “hayır, uygun değil” tavrında olsanız da İsa ve Musa oklarını size çevirecektir. Nasibiniz varsa, yola devam edersiniz, yoksa ücretini özveri ve gayretlerinizle fazlasıyla ödemenize rağmen otobüsten ilk durakta indirirler sizi.
Atamalar yapılırken tabii ki bir patronaj (sen, ben, bizim oğlan) içerisinde olacaksınız, olmalısınız da. Atama yapılan pozisyonda rutin bulunur ve problem yaşanmaz ise bir yere kadar iyi. Hele problemler de yaşanırsa orada, yandı gülüm keten helva. 
Evet, sendikacılık işte böyle zorlukları olan bir alan. Hele milli eğitimde. Siz yine de bana bakmayın. Ama her şeyin nasip olduğunu da unutmayalım. Görevler istenmez, verilir, sözüne de pek kulak asmayın. Nasibinizi de takdir çerçevesinde azıcık zorlayın. Kalın sağlıcakla… 
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?